Paris.
Şehir önceklikle çok düzenli ve iyi bakılmış. İlk anda aklınıza gelen şey, bu kadar eski binaların ve caddelerin hiç bozulmadan günümüze kadar kalması. Nasıl olabilir böyle birşey?
III. Napolyon zamanında Haussmann şehri yeniden inşa etmiş. Sene 1853-1870 yılları arası. Paris'i tabiri caizse yeniden yıkıp yapmış. Hatta Notre Dame'ın bile yıkılması gündeme gelmiş. Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu isimli romanını bu sebeple yazdığı meşhurdur.
Simetrik bir şehir, alternatif ulaşım aracı olan geniş metro ağı ve geniş caddelerle beraber her iki yanda uzanan aynı boyda benzer cepheli binalar. Paris belki de tüm bu mirasını ve bu kadar çok turist ziyaretini Baron Georges-Eugène Haussmann'a borçludur.
III. Napolyon'un ikinci imparatorluğu ilan ettiği dönemde finansal desteği de arkasına alan Haussmann'ın geniş caddeler tasarlamasının tek sebebi estetik ve ileri görüşlülük değildir tabiiki. İhtilaller yaşayan Fransız idaricilerini en çok zorlayan, tek kişinin bile zor geçebileceği sokaklar ve burada kurulan sokak barikatlarıydı. Geniş caddeler sayesinde bu sebep ortadan kalkmış oluyor. Sefiller romanından konu edilen ihtilal'de sokak barikatlarının arkasında hikaye edilen mevzuları okuyanlar bilirler.
Paris'i gezerken Seine Nehri üzerindeki köprüler dikkatimizi çekiyor. Bu köprülerin üzerinde daha önce evlerin bulunduğu söyleniyor.
Ortaçağ Avrupası'nda temizlik çok itibar edilen birşey değil. İnsanlar lazımlık kullanarak yaptıkları şeyleri Seine'e atarlarmış. Hatta şapkanın, bu pislikler başlarına düşmesin diye, parfümün de bu kokudan kurtulmak için yaygınlaştığı ve zamanla moda haline geldiği söylenir. Şehir efsanesi de olabilir, araştırmadım.
Dönelim Paris hikayemize; biteviye devam eden apartmanlar ve ilk katlarında bulunan cafeler'le farklı bir sosyal düzeni de beraberinde getirmiş yeni Paris. İşçi sınıfı banliyölere göçerken şehir merkezindeki fiyatların çok yüksek olması sebebiyle burjuva burada kalmış. Halen Paris Avrupa'nın en pahalı şehridir.
Haussmann La Marais, Bastille gibi bazı mahallelere ise pek dokunmamış. Burada ortaçağ Paris'i biraz hissedilebilir.
Paris İstanbul'dan güzel bir şehir değil. İstanbul konumu, boğazı, tarihi ve benzeri barındırdığı bir çok değerle birlikte Paris'ten çok daha güzel ve zaman geçirilecek bir şehir. Fakat gel gör ki biz İstanbul'u şehir olmaktan çıkartıp basit bir köy haline getirmişiz. Bakmamışız, baktırmamışız.
İstanbul maalesef bilinçli bir şekilde yok edilmiş. Özellikle İsmet İnönü döneminde Osmanlı'yı ve eskiyi hatırlatan ne kadar eser varsa bilerek ortadan kaldırılmaya çalışılmış. Kemalist idareciler, Hilafet merkezi İstanbul'dan intikam alırcasına şehri harabeye çevirmişler. Satılan ve farklı amaçlarla kullanılan camiler gündemdedir.
Bu yapılanlar ittihatçı zevatın intikam hırsının şehir üzerindeki tezahürleridir. Demokrat Parti iktidarında da İstanbul az zarar görmemiştir fakat Demokrat Parti de İttihatçı bakış açısının başka bir tezahürünü ifade eder. İnönü tarafından bilerek unutturulan Atatürk, Demokrat partililer tarafından koruma kanunu çıkartılarak İnönü'yü zihinlerden devirmek için kullanılan bir argüman olmamış mıdır?
Paris'i gezerken aklımıza gelen ve üzüntüye sebep olan İstanbul geçmişimizden dönelim Versailles (Versay) Sarayı'na. Versay gerçekten hoş bir saray. Geniş bahçesi insanda ayrı bir etki bırakıyor. Öğrencilik yıllarımda okuduğum bir kitapta "Fransızların dünyaya övündükleri Versay Sarayı'nda bir hamam yok" ifadesini hatırlıyorum. Bu cümlenin iki tarafı var, birincisi sarayın Fransızlar için bir övünme vesilesi olduğu ki, sarayı gezdiğinizde bunu görmemek elde değil. Versay bahçelerinde dolaşırken, Sultan Abdülmecid Han'a Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırdığı için çok teşekkür ettim. Topkapı Sarayı güzel ve konum olarak İstanbul'un en muhteşem yerindedir fakat zamanla birbirinden bağımsız yapılan binalardan teşekkül etmiştir. Ülkemizi gezenlere Osmanlı mirası olarak gösterebileceğimiz bir sarayı bize miras bıraktığı için Sultan Abdülmecid Han'ı çok andım.
Osmanlı'dan intikam alma argümanlarından birini teşkil eden, bu sarayın milletin parasıyla yapıldığı ve israf edildiği şeklinde beynimizi yıkayanları küçüklüğümde bile anlamamıştım. Milletin parası yine millete gitmiş, bir cepten başka bir cebe konmuş, saray yapımında çalışanlar ve çevresi bu noktada para kazanmış, millete de güzel bir miras bırakılmışken bu iftiralara anlam veremiyordum.
Konu fazla dağılıyor ama bahsetmeden geçemeyeceğim ve kafamı karıştıran iki konu var. Birincisi Atatürk 1923'te Cumhuriyeti ilan etmesine rağmen İstanbul'a neden ilk olarak 1927'de geldi. 4 sene zarfında İstanbul'da hangi vaziyetin uygun hale gelmesini bekledi. Kendisinin canına kastedileceğinden mi korktu dersiniz? Geldikten sonra birkaç kutlama dışında Ankara'ya dönmedi. Zevk ve safa içerisinde saraylarda yaşamakla itham ettiği padişahlar gibi Dolmabahçe Sarayı'ndan ömrünü tamamladı.
Cümlenin ikinci kısmı ise ibretli bir dönemin haberini veriyor. "Bir hamam bile yok." Ortaçağ Avrupasının temizlik anlayışını gözler önüne seriyor. İki sene Paris'te kalan bir arkadaşım Versay'ı gezdiren görevlilerden birine Banyo'nun nerede olduğunu sorduğunu ve ufak bir dolabın içinin gösterildiğini söylemişti.
1789 Fransız Devrimi'nde sarayda 9 tane tuvalet vardı ve bunlar Kral ve yakınlarına aitti. Diğer saray sakinleri yasak olmasına rağmen lazımlıklarını dışarıya boşaltırlardı.
Ve Eiffel. Estetik açıdan kısaca bahsetmek gerekirse; 1889 senesinden Fransız İhtilali'nin yüzüncü yıl kutlamaları için düzenlenen Paris Fuarı'nın giriş kapısı olarak tasarlanmış. Demirden yapılmış ve 20 sene sonra yıkılması taahhüd edilmesine rağmen, haberleşme imkanı sağlaması sebebiyle kalmasına izin verilmiştir.
Paris estetiğini bozduğu sebebiyle çok tenkid edilmiştir. Aynı fikirdeyim. "Paris'in en güzel yeri Eiffel Kulesi'dir, çünkü sadece oradan gözükmez"
Paris'te görülmesi gereken yerlerle ilgili farklı bir gezi notu hazırlıyorum. Burada çektiğim fotoğraflarla birlikte ilgili mekanlar hakkında bilgi vereceğim.
Bazı Posterler
Şehir önceklikle çok düzenli ve iyi bakılmış. İlk anda aklınıza gelen şey, bu kadar eski binaların ve caddelerin hiç bozulmadan günümüze kadar kalması. Nasıl olabilir böyle birşey?
III. Napolyon zamanında Haussmann şehri yeniden inşa etmiş. Sene 1853-1870 yılları arası. Paris'i tabiri caizse yeniden yıkıp yapmış. Hatta Notre Dame'ın bile yıkılması gündeme gelmiş. Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu isimli romanını bu sebeple yazdığı meşhurdur.
Simetrik bir şehir, alternatif ulaşım aracı olan geniş metro ağı ve geniş caddelerle beraber her iki yanda uzanan aynı boyda benzer cepheli binalar. Paris belki de tüm bu mirasını ve bu kadar çok turist ziyaretini Baron Georges-Eugène Haussmann'a borçludur.
III. Napolyon'un ikinci imparatorluğu ilan ettiği dönemde finansal desteği de arkasına alan Haussmann'ın geniş caddeler tasarlamasının tek sebebi estetik ve ileri görüşlülük değildir tabiiki. İhtilaller yaşayan Fransız idaricilerini en çok zorlayan, tek kişinin bile zor geçebileceği sokaklar ve burada kurulan sokak barikatlarıydı. Geniş caddeler sayesinde bu sebep ortadan kalkmış oluyor. Sefiller romanından konu edilen ihtilal'de sokak barikatlarının arkasında hikaye edilen mevzuları okuyanlar bilirler.
Yeniden inşa edilen Paris |
Paris'i gezerken Seine Nehri üzerindeki köprüler dikkatimizi çekiyor. Bu köprülerin üzerinde daha önce evlerin bulunduğu söyleniyor.
Seine Nehri köprülerinin üzerinde bulunan evler |
Dönelim Paris hikayemize; biteviye devam eden apartmanlar ve ilk katlarında bulunan cafeler'le farklı bir sosyal düzeni de beraberinde getirmiş yeni Paris. İşçi sınıfı banliyölere göçerken şehir merkezindeki fiyatların çok yüksek olması sebebiyle burjuva burada kalmış. Halen Paris Avrupa'nın en pahalı şehridir.
Haussmann apartmanları: Balkonlu katlarda üst sınıf, balkonsuzlarda orta sınıf, çatı katlarında ise hizmetliler yaşıyorlar. |
Paris İstanbul'dan güzel bir şehir değil. İstanbul konumu, boğazı, tarihi ve benzeri barındırdığı bir çok değerle birlikte Paris'ten çok daha güzel ve zaman geçirilecek bir şehir. Fakat gel gör ki biz İstanbul'u şehir olmaktan çıkartıp basit bir köy haline getirmişiz. Bakmamışız, baktırmamışız.
İstanbul maalesef bilinçli bir şekilde yok edilmiş. Özellikle İsmet İnönü döneminde Osmanlı'yı ve eskiyi hatırlatan ne kadar eser varsa bilerek ortadan kaldırılmaya çalışılmış. Kemalist idareciler, Hilafet merkezi İstanbul'dan intikam alırcasına şehri harabeye çevirmişler. Satılan ve farklı amaçlarla kullanılan camiler gündemdedir.
Bu yapılanlar ittihatçı zevatın intikam hırsının şehir üzerindeki tezahürleridir. Demokrat Parti iktidarında da İstanbul az zarar görmemiştir fakat Demokrat Parti de İttihatçı bakış açısının başka bir tezahürünü ifade eder. İnönü tarafından bilerek unutturulan Atatürk, Demokrat partililer tarafından koruma kanunu çıkartılarak İnönü'yü zihinlerden devirmek için kullanılan bir argüman olmamış mıdır?
Paris'i gezerken aklımıza gelen ve üzüntüye sebep olan İstanbul geçmişimizden dönelim Versailles (Versay) Sarayı'na. Versay gerçekten hoş bir saray. Geniş bahçesi insanda ayrı bir etki bırakıyor. Öğrencilik yıllarımda okuduğum bir kitapta "Fransızların dünyaya övündükleri Versay Sarayı'nda bir hamam yok" ifadesini hatırlıyorum. Bu cümlenin iki tarafı var, birincisi sarayın Fransızlar için bir övünme vesilesi olduğu ki, sarayı gezdiğinizde bunu görmemek elde değil. Versay bahçelerinde dolaşırken, Sultan Abdülmecid Han'a Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırdığı için çok teşekkür ettim. Topkapı Sarayı güzel ve konum olarak İstanbul'un en muhteşem yerindedir fakat zamanla birbirinden bağımsız yapılan binalardan teşekkül etmiştir. Ülkemizi gezenlere Osmanlı mirası olarak gösterebileceğimiz bir sarayı bize miras bıraktığı için Sultan Abdülmecid Han'ı çok andım.
Versay Sarayı |
Osmanlı'dan intikam alma argümanlarından birini teşkil eden, bu sarayın milletin parasıyla yapıldığı ve israf edildiği şeklinde beynimizi yıkayanları küçüklüğümde bile anlamamıştım. Milletin parası yine millete gitmiş, bir cepten başka bir cebe konmuş, saray yapımında çalışanlar ve çevresi bu noktada para kazanmış, millete de güzel bir miras bırakılmışken bu iftiralara anlam veremiyordum.
Konu fazla dağılıyor ama bahsetmeden geçemeyeceğim ve kafamı karıştıran iki konu var. Birincisi Atatürk 1923'te Cumhuriyeti ilan etmesine rağmen İstanbul'a neden ilk olarak 1927'de geldi. 4 sene zarfında İstanbul'da hangi vaziyetin uygun hale gelmesini bekledi. Kendisinin canına kastedileceğinden mi korktu dersiniz? Geldikten sonra birkaç kutlama dışında Ankara'ya dönmedi. Zevk ve safa içerisinde saraylarda yaşamakla itham ettiği padişahlar gibi Dolmabahçe Sarayı'ndan ömrünü tamamladı.
Cümlenin ikinci kısmı ise ibretli bir dönemin haberini veriyor. "Bir hamam bile yok." Ortaçağ Avrupasının temizlik anlayışını gözler önüne seriyor. İki sene Paris'te kalan bir arkadaşım Versay'ı gezdiren görevlilerden birine Banyo'nun nerede olduğunu sorduğunu ve ufak bir dolabın içinin gösterildiğini söylemişti.
1789 Fransız Devrimi'nde sarayda 9 tane tuvalet vardı ve bunlar Kral ve yakınlarına aitti. Diğer saray sakinleri yasak olmasına rağmen lazımlıklarını dışarıya boşaltırlardı.
Ve Eiffel. Estetik açıdan kısaca bahsetmek gerekirse; 1889 senesinden Fransız İhtilali'nin yüzüncü yıl kutlamaları için düzenlenen Paris Fuarı'nın giriş kapısı olarak tasarlanmış. Demirden yapılmış ve 20 sene sonra yıkılması taahhüd edilmesine rağmen, haberleşme imkanı sağlaması sebebiyle kalmasına izin verilmiştir.
Fransızlar bu kule sayesinde bir çok turist çekmeyi her nasılsa başarmışlar. |
Eiffel Kulesi |
Paris estetiğini bozduğu sebebiyle çok tenkid edilmiştir. Aynı fikirdeyim. "Paris'in en güzel yeri Eiffel Kulesi'dir, çünkü sadece oradan gözükmez"
Paris'te görülmesi gereken yerlerle ilgili farklı bir gezi notu hazırlıyorum. Burada çektiğim fotoğraflarla birlikte ilgili mekanlar hakkında bilgi vereceğim.
Bazı Posterler
Yorumlar
Yorum Gönder