Endülüs'ün ardından

Uzun zamandır merak ettiğim bir yere; Endülüs'e seyahat etme imkanı buldum. Bu sebeple Endülüs ve buradaki 8 asra yaklaşan İslam medeniyetini bir miktar araştırma fırsatım oldu.

Endülüs diye tabir ettiğimiz coğrafi yer şu anda İspanya'nın güney kısmına adını veren özerk bölgenin adı. Bu tabir İspanya'da bulunan 17 özerk bölgeden birisi olan Andalucia'da adını yaşatıyor.

Detaylarını tarih kitaplarına bırakarak kısaca bu yarımadanın başına neler geldiğinin üzerinden geçelim. M.Ö. İberler isimli halkın yaşadığı bu yarım adayı daha sonra Roma'lılar topraklarına katmışlar ve burada bir medeniyet kurmuşlar. Halen ayakta kalan Roma köprüleri bunun birer kanıtı gibi.

Kurtuba (Cordoba)'daki tarihi Roma Köprüsü, karşıda Kurtuba Camii  görünüyor.
Germen kavimlerinden birisi olan Vizigotlar Roma'dan sonra İberya'nın yeni hakimleri olmuşlar. Halk zamanla Hristiyanlığı benimsemiş. Hatırı sayılır bir Yahudi topluluğuda bu topraklarda yaşaya gelmiş.

Henüz hicri 100. yıl olmadan müslümanlar ilk defa bu topraklara ayak basmışlar. Kuzey Afrika fatihi ve Amr bin As'ın yeğeni olan Ukbe bin Nafi' Tunus'da Kayruvan şehirini kurmuştu. Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında Kuzey Afrika valisi olan Musa bin Nusayr'ın emriyle Tarık bin Ziyad ordusuyla beraber İspanya'ya çıktı.

Bu esnada İspanya'da bulunan krallıklar kendi aralarındaki ihtilafları halletmek için müslümanları iç işlerine karıştırmışlardı. Tarık bin Ziyad 711 senesinde Vizigot Kralı Rodrigo'ya karşı yapılan bir isyanı desteklemek için şu anda Cebel-i Tarık ismi verilen bölgeye çıkartma yapmıştı. Fas'a dönen Tarık bin Ziyad bir sene sonra Musa bin Nusayr'ın emriyle fetih için tekrar İspanya'ya geçti. Bu esnada gemileri yaktırdığı söylenmekte ve "gemileri yakmak" tabirinin menşeinin bu hadise olduğu kabul edilmektedir.

Müslümanlar 3 sene içerisinde tüm İspanya'yı fethettiler ve burası Emevi valileri tarafından yönetilir oldu. Abbasiler, Emevi hanedanını ortadan kaldırdıktan sonra kurtulan bir çocuk 1. Abdurrahman adıyla Endülüs Emevi Devletini kurdu.

III. Abdurrahman, II. Hakem, Hacib el-Mansur ve Hacib el-Muzaffer zamanında en önemli ve en yüksek dönemlerini yaşadılar. Endülüs Emevi Devleti'nin yıkılmasından sonra her şehir kendi beyliğini kurdu ve talihsizliktir ki birbirleriyle mücadeleye ve bazen hıristiyan krallarından birbirlerine karşı yardım istemeye başladılar.

Müslümanlar tüm bu zaman zarfında Fransa içlerine kadar ilerlediler. 732 senesinde Puvatya Savaşı'nda Charles Martel'e yenildiler ve daha ileriye gidemediler. Bataklık olan bu bölgeyi de zaten fethe değer bulmadılar. Bu savaş esnasında müslümanların komutanının keşif esnasında şehid edilmesi ve müslümanlarından bu sebeple geri döndüklerinden de bahsedilmektedir.

Murabıtlar bir dönem birliği sağladı. Daha sonra Muvahhidler bunların yerini aldılar. İşte bu Muvahhidler döneminde dört mezheb yasaklandı, hatta İmam-ı Malik'in isminin anılması bile suç sayıldı. Birbirleriyle uğraşan müslamanları kuzeyden seyreden Kastiyla, Aragon, Leon gibi krallıklar yavaş yavaş "reconquista" ismini verdikleri yeniden fethi gerçekleştiriyorlardı.

1232 senesinde Muvahhidlerden sonra Gırnata'da Ben-i Ahmer Devleti veya Gırnata Emirliği dediğimiz devlet kuruldu. Bunun son hükümdarı ve İspanyolların Boabdil dedikleri XII. Muhammed Emirliği birleşen İspanya'ya teslim etti. (Kastilya-Leon Kraliçesi Isabel ile Aragon Kralı II. Ferdinand evlenerek krallıklarını birleştirmişler ve birleşik İspanya'yı kurmuşlardı)

Babası Ebu'l Hasen'in kendi oğlu yerine cariyesinin oğlunu veliahd göstermesi sonrasında, karısı Aişe oğluna babasına isyan etmesi noktasında fikir ve cesaret verir. Uzun mücadelelerden sonra babasını zor durumda bırakır fakat ikiye bölünen Gırnata'yı almak artık hıristiyanlar için çok kolaydır. El Hamra Sarayı'nı terkederken bir tepenin üstünden son kez şehre bakan emir hıçkırarak ağlamaktadır. (Buraya halen "arabın son ağladığı yer" demektedirler.) Annesi ise oğluna "burada kadınlar gibi ağlayacağına aşağıda mertçe dövüşseydin" der. Bunun üzerine oğlu şaşkınlıkla, "tüm bu başımıza gelenler senin yüzünden, eğer böyle söyleyeceğini bilseydim aşağıda ölürdüm" der.

Müslümanlarla anlaşan İspanya, onlara hürriyet vadetmişti. Yahudilerin ise hemen sürülmesini sağlamışlardı. 1492 senesinde özellikle Osmanlı Devleti'ne gelen Sefarad Yahudileri bu topraklardan göç etmişlerdir. İspanyollar müslümanlarla beraber yaşama isteğinden belli bir süre sonra vazgeçtiler. Onlara üç seçenek sundular. Ya ülkeyi terk edeceksiniz, ya vaftiz olacaksınız, ya da kılıç sizi bekliyor. Bir kısmı ülkeyi terk ederken bir kısmı nasıl olsa bu dönem geçer şimdilik hıristiyan görünelim dediler. Maalesef bir çoğunun sonu da kılıç oldu.

Fakat İspanyol şiddeti bundan sonra hiç azalmadı. Müslümanları devamlı takip ettiler, kendi içlerinde müslümanlığı yaşayıp yaşamadıklarını kontrol ettiler. Bunların soyundan gelenlerin şu anda farklı kliseleri var, bunlara "morisko" diyorlar. Aynı derdi olan yahudilere ise "marrano" ismini verdiler.

İşte bu yukarıda bahsettiğim Isabel ile II. Ferdinand'ın kızları Juana'nın oğlu Osmanlı tarihlerinde çokça ismi geçen, Barbaros Hayreddin Paşa'nın defalarca sıkıntıya soktuğu, Cezayir'de kendi katıldığı bir seferde perişan olarak geri dönen, Avrupa içlerinde Kanuni'nin ordusunun karşısına çıkmaya cesaret edemeyen Şarlken (Charles Quint)'dir.

İspanyollar tüm toprakları ele geçirdikten sonra müslümanlara hayat hakkı tanımamakla beraber tüm eserlerini de birer birer ortadan kaldırdılar. Seyahat esnasında izi bile kalmamış ifadesini kullanacaktım fakat sadece izi kalmış. El Hamra, Kurtuba Camii ve her yerdeki eski Endülüs mimarisi bize bu medeniyet hakkında çok fikir veriyor.

El Hamra Sarayı


Toledo (Tuleytule), Cordoba (Kurtuba), Granada (Gırnata), Sevilla (İşbiliye), Madrid, Barselona, Lizbon, Porto ve Segovia'dan oluşan seyahatimiz çok renkli geçti. Bir çok hadiseyi yerinde görerek moda tabirle içselleştirdik. Seyahat rehberi bölümünde her bir şehri ayrı ayrı fotoğraflarıyla anlatmayı planlamaktayım.



İspanyollar bize benziyorlar, hep derlerdi fakat yerinde görünce daha iyi anlamış oldum. Kılık kıyafet ve tavırları düzgün sayılabilir. Hippi kılıklı tiplere çok rastlamadım. Yardımseverler, İngilizce bilenleri az. Çok rahat ve ağır insanlar. Yemek için oturduğunuzda servisin gelmesi dikkat çekecek kadar uzun. Eğlence merakları çok fazla.

Bir çok kelime Arapçadan İspanyolcaya kalmış. Alcazar gibi, kale anlamına geliyor. Özellikle "Al" ile başlayanların hepsi Arapça menşeli.

Sokaklarda gezdiğiniz zaman, daracık yollarında yürüdüğünüz zaman, evlerin avlularındaki havuzlar, saraylardaki zevkli hat'lar ve minareler sayesinde  tarihin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz. İnsanlar büyük bir medeniyet kurmuşlar, dile kolay 800 seneye yakın burada yaşamışlar, yurt edinmişler ve terkettirilmişler, zulüm görmüşler.

Endülüs sokaklarında dolaşırken hem tatlı hem de acı bir ruh hali alıyor insanı...

Yorumlar