İttihat ve Terakki zihniyetinin yetiştirdiği yeni nesle ithaf olunur!

Sene 2002 Ocak.
Bir kaç kağıda okuduğum romanlardan birkaç cümle yazmışım. Sakladığım evrakın arasında buldum. Üşenmedim, burada paylaşmak istedim, aynen yazıyorum.

Yalnızız, Mahşer, Şimşek, Sözde Kızlar, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Canan, Biz İnsanlar, Fatih – Harbiye, Cumba'dan Rumba'ya.

Hepsinin ortak bir noktası var. Bence her ne kadar farklı romanlarmış gibi görünse de anlatılan konu hep aynı. Zaman, Osmanlı’nın son dönemi, İttihat ve Terakki dönemi veya Cumhuriyetin ilk yılları. Hepsinde konu “aşk” çemberi içerisinde geçiyor. Buradan Peyami Safa’nın karakterine ulaşılabilir mi? Bilmiyorum. Bir grup insan an’anelerine bağlı, kültürlerini korumak isteyen, “Fatih – Harbiye”de “şarklı” olarak tabir edilen, diğerleri ise “asrilik” ismi altında, kendi kültürlerini yok sayan, tek işleri yemek, içmek ve eğlenmekten ibaret insan yığını. Hiçbir değer tanımayan başıboş bir topluluk. Ve iki grup arasındaki çekişmeler. Benim dikkatimi çeken nokta ise; kendi kültürlerini korumak isteyen insanların da aslında değerlerden uzaklaşmış olmaları.

Fakat 8 sene sonra anladım ki; özellikle "Şimşek" romanından aldığım notları Kemalistlere ithaf ettiğimi belirtmeden geçemeyeceğim.


ŞİMŞEK
Behire’nin bütün sözlerini çirken bulan Müfid, bu cemiyeti muâheze ve tiksintili bir bakışla süzdü. Bu insanlar karşılsında her zaman aynı iğrenişi duymuştu. Onun nazarında bütün bu yığın, gözlerinin çukuru sürme ve seyyie ile dolu, bakışları iğneli yalancı ve hissiz, dudakları kokulu bir kireç tadı bırakan yüzleri kötü ihtirasların çizgileriyle kırışmış, kocasını da, aşağını da, dostunu da aldatmak ve dolandırmaktan zevk almaya alışmış, cahil ve hodgâm, kalbsiz ve küstah, itikatsız ve seciyesiz, kelbî, maddî, behimî, ancak servetin ve iştihanın varlığına inanan bu kadınlar ve seyyiatı güzde insanların bir hakkı zanneden fikirsiz, mefkûresiz, ilimleri kulaktan dolma, aktör ve mutasallif, sahte, haysiyetsiz ve mağrur, zelil ve mütekebbir, faydasız ve hain erkekler, bütün isanlar arasında nifakın, şikakın, ayrılığın ve anarşinin kundaığını tutuşturuyorlar.
Bir cemiyetki muvazenede bulunduran ahlaki ve ictimai bütün kaidelere dudak büktüklerinin evlerindeki hayattan kalabalıklar içindeki hallerine varıncaya kadar her türlü hareketleriyle hissettiriyorlar. (s. 51)

MAHŞER
... Hatta sizin şahsi dediğiniz ızdırapların menşei de cemiyettir. Sizin bütün maceranızı, başından sonuna kadar, tane tane tahayyül ediyorum: Eğer kıymetleri hercümerc olmuş, dağınık, mütereddi bir cemiyetin içinde olmsaydınız, o  şahsi felaketlerede uğramazdınız. Türkiye’de daha bir çok seneler, bir çok gençler kendilerini ölüme atacaklardır. Tek tük harp zaferlerine aldanmayarak, her Türk itirafa mecburdur ki inkirazi bir devir içindeyiz. Bu mütereddi cemiyete şuur vermek için: “Sen büyüksün, senin binlerce senelik mazin var, cengaversin, münevversin, sanatkarsın, fazılsın, bütün milletlerin en yükseğisin” demek, bir saflıktır. Cemiyetlerde, inkirazın fena bir alameti de “tekebbür”dür. Diyoruz ki; memlekette “kaht-ı rical” var: İdareci, diplomat, ilim adamı, sanatkar yok; Edebiyatımız ibtidai, resmimiz basit, felsefemiz kopya; okuyup yazma bilmek bir irfan sayılıyor; hatta bu devlet kuruldu kurulalı, imla yanışından kurtulan bir tek münevvere tasadüf edilmemiş, en ziyade pazularımıza günvediğimiz halde, adali kuvvetimizde pörsümüş, cüce, hasta ve şalkın bir insan yığınıyız. Bunu itiraf edebiliyoruz. Fakat sonra yine tekebbürden vazgeçmiyoruz.

Kendi kendimizi dolandırıyoruz.
Başkalarını dolandıran adam, farkında olmadan kendi kendini dolandırmış olur... (s. 289)

FATİH – HARBİYE
.. Neriman düşündü ve bir anda şarklıların kedileri ve garplıların köpekleri niçin bu kadar sevdiğini anladı: Şarklılar kediye, garplılar köpeğe benziyorlar! Kedi yer, içer, yatar, uyur, doğurur; hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir; lapacı, tembe ve hayalperest mahluk, çalışmayı hiç sevmez. Köpek diri, çevik, atılgandır. İşe yarar; birçok işlere yarar. Uyurken bile uyanıktır. En küçük sesleri bie duyar, sıçrar, bağırır.

Şark ve garbı temsil eden bu iki remiz, Neriman’ın zihninde iki zıt alemi o kadar muşahhas bir hale getirdi ki epey zamandan beri kendi kendine halletmeye çalıştığı muammaların birçok anahtarlarını bulur gibi oluyordu...

... Kızını daha fazla üzmek istemeyen Faiz Bey ciddileşti ve müstehzi suallerinin cevabını beklemeyerek söyledi: Güzel bulmuşsun, filhakika şarklılar, kedileri, garplılar da köpekleri bunun için severler; şarklı tembel, garblıda çalışkandır. Fakat gel seninle bu muammayı birlikte halledelim. acaba her oturan adam tembel, her koşan adam çalışkan mıdır?

Kimi adam vardır ki sabahtan akşama kadar oturur ve düşünür. Onun bir hazine-i efkarı vardır, yani fikir cihetinden zengindir; kimi adam vardır ki sabahtan akşama kadar ayaküstü çalışır, mesela bir rençper, fakat yaptığı iş dörtü tuğlayı üstüste koymaktan ibarettir. Evvelki insan tembel görünür velakin çalışkandır, diğer insan çalışkan görünür velakin yaptığı iş sudandır. Zira birisi maneviyat ile, zihin gayretiyle yapılan iştir; öbürü vücut ile, bedenle  yapılan iştir.

Zevahire niçin aldanıyorsun? Sadece gece gündüz, dazıra dazır koşmak mı çalışmaktır?

Bak; şu arkanda, konsolun üstünde duran saati Harun Reşit zamanında bir şarklı keşfetmiştir; şu elimdeki kitabı bir şarklı yazmıştır.

Hayır... Frenkler de okuyor. Bu gibi eserlerin garpta bir tanesinin yüzlercesi türlü basılmış tercümeleri vardır. Avam da okur, havas da okur velakin sen okumazsın, mazursun da... Mekteplerimizde böyle şey kalmadı. Bir İngiliz kızına Sadi’yi sorsan bilir, sen şarklı olduğun halde bilmezsin. Kabahat sende mi Sadi’de mi? (s. 45-48)

Yorumlar